Her gazetenin sanki mecburi kılınmış gibi yayınladığı eklerinden birinde şöyle bir ifade yeralıyordu: “‹nsan aşık olduğu için savaşları durduramayabilir belki ama, en azından bireysel bile olsa daha güzelleşebilir dünya.”
Aslında olumlu çağrışımlar yapan bir cümle. Ama nedense beni düşündürdü... Sonra da bu sözün beni ikna edemediğine karar verdim. Bir kere insan aşık olduğu için savaşları durduramaz bu kesin. Beni asıl düşündüren ise, aşkla dünyanın daha güzel olup olmadığıydı. Çocukken ve daha aşka akıl ermemesi gereken zamanlarda, ama bal gibi de ererken, aşk utandıran bir şeydi... Özelikle de büyükler utandırırdı bizi. “Iııı! sizin sınıfta en güzel kız kim?” diyerek... Oysa sınıfın en güzel kızına zaten herkes aşıktı. Ergenlikte aşk yine utanç veriyordu. Çünkü ayıp sayılan şeylerle, mehtapta elele tutuşma hissi birbirine karışıyordu. O eli tutmak anlamsızca rahatsız edici bir zorunluluk ve başa çıkılmaz bir cesaret işiydi. Gençlik yıllarında işin içine cinsellik de gayet somut olarak karışınca bu kez daha büyük problemler, acılar, kıskançlıklar, çekemezlikler, dedikodular ve bir tercih zorunluluğu ortaya çıktı: Madem ki aşığım, artık hayat boyu onunla beraber mi olmalıyım?
Yavaş yavaş olgunluk belirtilerinin başladığı yaşlarda da aşkı anlatan binlerce sayfa yazılı eser, kilometrelerce film ya da yüzlerce saat yaşanmış aşk, hayatı biraz daha güzelleştirmenin yanında bir rahatsızlık kaynağı da olarak zuhur etti durdu.
Birçok dürüst insan, yalnızca aşk yüzünden kendine yalan söylüyor. Kısacası, aşkın dünyayı güzelleştirebildiğine inanmak çok kolay değil. Olsa olsa güzel bir dünyada aşk yaşamak daha tatlı olabilir. Ve aşkın yüzbinlerce tanımına bir tane de ben ekliyorum: Aşk, bir turist gemisiyle tatile çıkmak gibidir. Uzaktan baktığınızda inanılmaz bir güzellik ve ille de içinde olma isteği uyandırır. ‹çine girdiğinizde ise, “Ne kadar güzel bir yer,” demenize rağmen, on gün sonra tekrar aynı gemiyle tatile gitmeyi istemezsiniz. Bu aşk nutkundan dolayı tepki duyanlar olduysa da aslında buna hiç gerek yok. Herkesin aşkı ve aşkının sorunları kendine...
Biz toplum olarak aşkı şöyle yerli yerine oturtabilmiş değiliz gibi geliyor. Dinlediğimiz şarkılardan da belli değil mi?.. Hep beraber, bir ağızdan, avaz avaz, duyarak ve içlenerek söylediğimiz aşk şarkıları herşeyi açık etmiyor mu? Aşkı nelerle karıştırdığımızın en güzel örneği onlar.
“Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk...” derken, aşkı güneydoğu sorunuyla karıştırır gibiyiz mesela.
“Son... bakışın... vuruyor... gözümden...” derken karate filmiyle; “Sarı saçlarından sen suçlusun” derken, devlet güvenlik mahkemesiyle; “Denizleri aş ta gel” derken de leyleklerle karıştırmıyor muyuz aşkı?..
Yine de aşkı karıştırmak ve aşk konusunda yanlış yapmaktan çekinmenin de alemi yok. Ne demiş Eflatun? “Tanrıların gazabına uğramayacak tek günahkarlar, sevgililerdir”.
Aşka köşesinden bile olsa bulaşmış olan herkesin, neyin ne olduğu konusunda bocalamasına şaşmamak gerekir. Nasıl olsa Eflatun'dan sigortalısınız... Dilediğiniz kadar yanlış yapabilirsiniz. Aşk hataları günah yazılmıyor. Zaten hemen de affederiz aşıkların hatalarını.
“O aşık canım... yapabilir”.
“Şimdi aşık, sonra geçer”.
“Aşktandır boşver...”
Aşkın kazandırdığı bir muafiyet var. Bundan da sonuna kadar yararlanılıyor. Yalnız, aşkın hatalar ve yanlışlıklar arenası olduğunu kabul ettiğimizde, kimileri temize çıkıyor, kimileriyse bir başka hataya düşüyor. Temize çıkanlar arasında Serdar Ortaç var. Sevgilisini karabirer ya da köfte baharıyla karıştırıyor olmasını aşk hakkında küçük bir yanlış olduğundan affediyoruz. Aşkın hatalarını siyasete taşıyacaklarına, hataları aşkta yapıp, siyaseti akla bırakmayanlar için ise aynı şeyi söylemek mümkün değil. Siyasi hataları “Kusura bakmayın aşıktım,” diye affettiremezsiniz... Aynı durum siyasetçinin aşık olmasında da garip duruyor. Attığı nutukların hiçbiri aşk üzerine olmayan bir siyasetçiden hayatını aşkın yönlendirmesi beklenemez. Eğer bir gün aşık olup da vaazlarından sapma olasılığı görüyorsa, siyasetçi aşkı evvelemirde söyleminin bir parçası kılmalı ki hoşgörülsün. Başkaları aşıkken önemli olan erdemlilikken, kendi aşık olduğunda önemli olan sevda haline gelirse, bu durum yine siyasi terminolojideki oportünizmle açıklanabilir ancak.
Geçen yıl derlediğim öykülerimi ‘Aşk’ adlı bir e-kitapta toplamıştım. Bir rastlantı olarak, Elif Şafak’ın son romanı da aynı ismi taşıyor. İki kişinin aynı kitap ismini seçmesi çok şaşılacak bir durum değilse de, şimdiye kadar ‘Aşk’ sözcüğünün bir kitap ismi olarak düşünülmemiş olması oldukça şaşırtıcı geldi bana. İsteyenler benimkini www.izzeddincalislar.com adresinden ücretsiz indirebiliyor.