İnsanlık ilk çağlardan başlayarak, çeşitli amaçlara yönelik olarak kayalara, mağara duvarlarına hep birşeyler yontmuş yada çizmişlerdir.İleri dönemlerde bu çalışmalar kimi kaynaklarda tarihi belge, kimi kaynaklarda ise sanat eseri olarak nitelendirilmiştir. Sonuç olarak, bu yapıtları üreten kişiler sanatçı olarak değerlendirilmiştir.Çünkü, onlar farklı amaçlara hizmet amacıyla da olsa, herhangi bir resim, yontu veya mimari yapıtı yoktan varederek, yepyeni bir eser meydana getirmişlerdir.
Her dönemde insanlık çevre koşullarının etkisi ve gereksinimler doğrultusunda üretmeye devam etmiştir.Tarih öncesi ilkel toplumlarda resim ve heykeller büyü amaçlı üretiliyordu. Barınak veya ev doğanın vereceği zararlardan ve dış etkenlerden korurken, büyü için üretilen resim ve heykeller içinde bulunduğu dönemin inançlarını ifade eden imgelerle doğa üstü güçlere ve kötü ruhlara karşı koruma amaçlıydı. Kullanılan malzemelere gelince tamamen doğal , bitki özleri, hayvan yağları ve doğal taşlardı.
Daha ileriki çağlarda,M.Ö. 3500’lerden başlayarak, Sümer, Mısır ve Anadolu Uygarlıklarında İmparatorluk yönetimlerine bağlı, kurallı, dini inanaçlarını, toplumsal normları ön plana çıkaran resim, heykel ve mimari eserler görülür. Mısırlı ustalar, granit taşlara oydukları kral heykelleri,pramitler , mumyalama tekniği, mezar duvarlarına yapılan fresk ve kabartmalar ile ölümden sonra hayatın devam ettiğini ve yaşamın sonsuzluğunu ifade ediyor ve bu inancı korumaya çalışıyorlardı. Sanatta bu ifade biçimi Anadolu, Avrupa, Asya ve Amerika uygarlıklarının da belirli dönemlerinde izlenebilir.Herhangi bir döneme ait sanat eserini daha iyi anlayabilmemiz için, kültürel alt yapıyı tanımak , üretildiği tarihin farklı etkenlerini her yönüyle incelemek gerekir.
Dikkatle incelersek, Anadolu ve Ege uygarlıklarında sanatın Sümer ve Mısır etkilerini açıkça görebiliriz. Fresklerde ve vazoların üzerine işlenmiş insan figürlerinde ve objelerde , Mısır’daki gibi yandan görüntü işlenir, hiyerarşik düzene önem verilir. Bu etki bizim minyatür sanatımıza kadar gelmiştir. Yunan sanatında daha sonraları figürler anatomi ve duruş olarak bu kuralın dışına çıkarak gerçekci bir görünüm kazanmaya başlarlar. Ve, Yunan Sanatı Atina’da demokrasinin en geliştiği dönemde, insanın önem kazanmasıyla birlikte Tanrı heykellerinin ideal insansal formlarla işlenmesi, insan bedeninin bütün detaylarıyla incelenerek, en özgür şekilde ifade edilmesini sağlamıştır. M.Ö.IV.yüzyılda başlayan ‘idealizm’ ekolünün altında ruhsal ve fiziksel olarak ideal insan model olarak alınıyordu.
Roma İmparatorluğu’nun Sanatı ise Yunan sanatından farklı değildi. Yönetimin ve imparatorluğun gücü mimari yapıtlarda ön plana çıkıyordu. Bir taraftan Yunan heykellerinin kopyaları yaptırılırken,mimaride İyon,Dor ve Korint sütun sistemleri birleştirilerek kullanılıyordu. Roma mimarisinin en önemli özelliği kemerlerin çok kullanılmasıydı. Ayrıca, tonozla tavan örtüsünün tekniğini geliştirdiler. Pantheon bunun en güzel örneğidir. Roma’da dini inanca göre, cenaze töreninde ataların mumdan imgesi taşınırdı. Çok eskilere dayalı bu inanç portre büst sanatının gelişmesini sağlamış, ölen imparatorların gerçekçi büstleri yapılmıştır. Portre sanatçıları, ölünün yüzünden alınan kalıpları kullanarak aslına uygun çizgiler elde etmişlerdir. Romalı sanatçılar için eserin güzelliği, etkileyiciliği ve hayal gücü çok önemli değildi.
Hıristiyanlığın doğuşundan sonra Hellenizm ve Roma sanatı yeni akımlar olarak doğu sanatını da etkilemiştir.Örneğin, Mısırlılar ölülerini mumyaladıkları halde , yunanlı portre sanatçılarına ölülerinin portrelerini yaptırmaya başlamışlardı.Hindistan’da ise Hellenistik sanat ulaşmadan çok önceBuda’nın saraydan gizlice ayrılışını betimleyen bir rölyef yapılmıştı. Hellenistik yöntemler daha sonraları heykel ve rölyeflerde daha etkin oldu.
Önceleri eğitim amacıyla imgeleştirmeyi benimseyen Musevilik, putperestlik yaratacağı korkusuyla resim ve heykel yapımını yasakladı. Müslümanlıkta da aynı düşünce tarzı geçerli olmuştu.
Hıristiyanlık dönemi sanatçıları ise,resim ve heykelde öncelikle Yunan sanatından örnek aldılar.Daha önceleri İsa’nın betimlemelerine raslanmaz. Kutsal öykünün anlatılması için kilise duvarlarına rahiplerin eğitim amacıyla yaptığı resimler Avrupa resim sanatının başlangıcı için önem taşırlar.Bu kural Bizans sanatında sadece hikayeyi anlatmaya yönelik basit ve primitif bir görünüme büründü.Gerçekçilik ve doğaya bağlılık önemini yitirdi. Doğu Roma’da başlayan ikonoklast (put kırıcı) dönem dini imgeleri ve çıplak insan figürünü yasaklıyordu. Ancak,bu kurallara rağmen Bizanslı sanatçılar belirli özgürlüklere sahiptiler ve eski doğu sanatının görkemli özelliklerini kullanarak, bugün halen hayranlıkla izleyebileceğimiz eserler bırakmışlardır.
Yaşam koşulları, inanç sistemlerini etkileyerek , insanın yaratıcı üretiminde her zaman değişikliklere yol açacak; ancak sanatsal değerler ve akımlar birbirleriyle etkileşim içinde insanlar yaşadıkça varlığını sürdürecek gibi gözüküyor.